AÇIKLANAMAYAN İNFERTİLİTE

AÇIKLANAMAYAN  İNFERTİLİTE

İnfertilite 1 yıl düzenli korunmasız ilişkiye rağmen gebe kalamama olarak tanımlanmaktadır. Subfertilite ise gebe kalmada  gecikme zorluk yaşama olarak adlandırılmaktadır. Evli çiftlerin  çoğu ilk 6 ayda olmak üzere yaklaşık % 85-90’ı 1 yıl içersinde gebe kalmaktadır. Böylece infertilite  çiftlerin  %10-15’ lik kısmında görülmekte ve polikliniklere sık başvuru nedeni olmaktadır. Fekundite ise 1 siklus döneminde gebe kalıp çocuk doğurabilme ihtimalini tanımlamak için kullanılmaktadır.

Genel kanın aksine infertilite sıklığı son 30 yıl içersinde artış göstermemiştir. Toplumdaki doğum ve fertilite oranlarındaki düşme çeşitli faktörlere bağlanmıştır.

1-Kadınlar arasında ileri düzey eğitim ve kariyer yapma isteği

2-Geç yaşta evlenme ve sık boşanma oranları

3-Kontrasepsiyon yöntemlerindeki gelişmeler ve korunma yöntemlerine ulaşım kolaylığı

4-Geç yaşta çocuk doğurma

5-Daha az sayıda çocuk yapma isteği

Son yıllarda infertilite değerlendirilmesi ve tedavisinde önemli gelişmeler olmuştur. Özellikle de 3 önemli gelişme dikkat çekici olmuştur.

1-IVF(tüp bebek) ve diğer ART olarak tanımlanan yardımlı üreme tekniklerindeki gelişmelere bağlı olarak insanda üreme sisteminin çalışması yeni ve farklı şekillerde anlaşılmaya başlanmıştır. Özellikle de nedenin belli olduğu ciddi tuba hasarı ve erkek infertilitesi nedeniyle gebe kalamayan çiftlerde başarı oranı önemli oranda artmıştır.

2-Daha fazla sayıda kadın gebe kalma ihtimallerinin daha düşük olduğu ileri yaşlarda gebe kalmaya çalışmaktadırlar.

3-Yardımla üreme dediğimiz ART deki gelişmeler ve yaşa bağlı doğurganlık oranlarında azalma yazılı ve görsel medyada  büyük oranda yer almış bu konuda çiftler arasında bilinçlilik oluşmuştur. Sonuç olarakta infertil çiftler daha fazla oranda infertilite açısından değerlendirme ve tedavi görmeye başlamışlardır.

 YAŞLANMA VE FERTİLİTE(DOĞURGANLIK)  ÜZERİNE ETKİLERİ

Yapılan çalışmalarda kadınlarda doğurganlığın 20-24 yaşları arasında pik yaptığı 30-32 yaşlara kadar hafif bir azalma gösterdiği ve daha sonraki dönemde de belirgin olarak azaldığı gösterilmiştir. Doğurganlık oranları 25-29 yaşları arasında % 4-8 , 30-34 yaşları arasında %15-19 , 35-39 yaşları arasında % 26-46, 40-45 yaşları arasında %95 azaldığı gösterilmiştir.

Ayrıca yardımlı üreme teknikleri ile kadının kendi yumurtalarının kullanıldığı durumlarda da yaş artışı ile birlikte tedavi de başarı oranları düşmektedir. Elde edilen yumurta sayısı, embriyo ve implantasyon, gebelik ve canlı doğum oranları kadın yaşının artışı ile azalmaktadır. Kadın yaşı yardımlı üreme tekniklerinde başarıyı etkileyen en önemli faktördür. 32 yaşlara kadar gebe kalma ve canlı doğum oranları yaşla beraber çok değişkenlik göstermemekte  daha sonrasında ise belirgin oranda azalma göstermektedir.  Kadın yaşının artışına bağlı olarak yardımla üreme tekniklerindeki canlı doğum oranlarında azalma sadece doğurganlıkta azalmaya bağlı değil aynı zamanda gebelik kayıplarında (düşük) oranlarındaki artışa bağlıdır. Düşük oranları doğal sikluslarda 30 yaş altında genel olarak az olup (%7-15) yaşla beraber artış göstermektedir. 30-34 yaşları arasında (%8-21),35-39 yaşları arasında (%17-28) ve 40 yaş üzerinde (% 34-52) oranlarında görülmektedir. Aynı düşük oranları yardımla üreme sonrasında oluşan gebeliklerde de görülmektedir. Yapılan çalışmalarda yaklaşık gebeliklerin % 60’ ı düşükle sonlanmakta ve tüm erken gebeliklerin % 20-40 ‘ı  erken dönemde farkedilemeden düşmektedir. 40 yaş sonrasında toplam düşük oranları (gebelik klinik olarak teşhis edilmiş ya da edilememiş) % 75’ lere ulaşmaktadır.

ÜREME SİSTEMİNDE YAŞLANMA İLE OLAN DEĞİŞİKLİKLER

Kadın doğurganlığında yaşa bağlı olarak azalma ve kadınlarda  geç yaşlarda  doğum yapma eğilimi kadın üreme sisteminde yaşla beraber olan değişikliklere önem verilmesine neden olmuştur. Son 30 yılda teknolojideki gelişmeler yumurta sayısında azalma, yumurta kalitesindeki azalma vb mekanizmaların büyük oranda anlaşılmasına yol açmıştır. Uzun yıllardır kadın yaşının artışı ile doğurganlık oranın azaldığı bilinmekte , ancak günümüzde üreme sistemindeki yaşlanma süreci ölçülebilmekte buda yaşlanmaya bağlı olarak azalan doğurganlık oranın aşılması üstesinden gelinmesinde rehber olmaktadır. Yaşlanmayı önlemek mümkün olmayıp tedavide gerçekçi başarı oranları belirlenebilmektedir.

a)FOLİKÜL SAYISINDA AZALMA :

Ortalama pübertede yumurtalıklarda 300-400 bin oranında oosit(yumurta ) bulunmaktadır 35-40 yıllık üreme çağında 400 yumurta ovulasyona uğramakta ve geri kalan yumurtalar atrezi denilen olay ile kaybolmaktadır. 40 lı yaşlarda yaklaşık 25.000 folikül kalmakta menopoz da ise 1000 civarında yumurta kalmaktadır. Yumurta sayısında azalma kişiden kişiye değişmekte olup genetik olarak belirlenmiş olup , ayrıca yaşam tarzına bağlıda değişmektedir.

b)ÜREME SİSTEMİNDE ENDOKRİN SİSTEMDE DEĞİŞİKLİKLER .

FSH denilen hormon düzeyinde yaşlanma ile birlikte sürekli artış olmakta buda küçük folikül havuzunda (yumurtalık rezervindeki) azalmayı göstermektedir.

c)ÜREME SİSTEMİNDEKİ YAŞLANMANIN GENETİĞİ

Yumurtalık dokusunu tahrip eden yada yumurtalık (over) dokusunun belli bir bölümünün çıkarılması veya çevresel etken olmadığı durumda total folikül sayısı foliküllerin tamamen tüketildiği yaş genetik olarak belirlenmiştir.

Anne ve kızlarının menopoza girme yaşları arasında korelasyon mevcut olup buda menopoz yaşının belirlenmesinde genetik faktörlerin önemli olduğunu göstermektedir. Yaklaşık olarak kadınların %10 u 45 yaşından önce menopoza girmekte bu da muhtemelen over folikül havuzunun daha az olduğunu ve erken yaşta hızlı bir şekilde harcandığına bağlanmaktadır.

  1. c) YAŞLANAN FOLİKÜL VE OOSİT

Yaşla beraber folikül sayısında azalmaya ek olarak folikül kalitesinde de azalma olmakta ve gonadotropin türü ilaçlara daha az cevap alınmaktadır. Eldeki mevcut veriler yaşa bağlı kadın infertilitesi ve düşük oranlarındaki artış azalan ve yaşlanan folikül havuzundaki anormal yumurta sayısındaki artışa bağlanmaktadır. Özet olarak yaşa bağlı doğurganlık oranlarında azalma ve düşük oranlarında artış yaşlanan oositlerde(yumurtalarda) aneuploidi denilen kromozom sayısındaki bozukluklara bağlı ortaya çıkmaktadır.

d)YAŞLANMA VE UTERUSA ETKİLERİ

Yaşlanma süreci uterus üzerinde çok fazla etki göstermemektedir.

e)YAŞLANMANIN ERKEK FERTİLİTESİ ÜZERİNE ETKİLERİ:

Yapılan çoğu çalışmada erkekte yaşın artışı ile birlikte semen hacmi, sperm hareketliliği ve normal formda sperm sayısında azalma gösterilmiştir. Erkek yaşında artma ile birlikte gebe kalabilme süresinde artış saptanmıştır.  Bununla birlikte 45-50 yaşından önce erkek fertilisinde ölçülebilir oranda çok az yada hiç azalma olmamaktadır. Bu sonuçlar yaşla beraber erkek fertilisinde çok az azalma olduğunu göstermektedir.

OVER REZERVİ VE DEĞERLENDİRİLMESİ

1-Over rezervi kadında mevcut folikül sayısı ve kalitesini

2-Ekzojen olarak verilen gonadotropin stimülasyonuna bağlı yumurtalıkların cevap verebilme yeteneğini göstermektedir.

Bu testler over rezervinde azalmayı tam olarak göstermemekte ; sadece gonadotropin stimülasyonuna zayıf cevap veren kadınları belirlemeye ve bunun sonucu olarak tedavi ile gebe kalabilme oranı düşük olan kadınları tespit etmeye yardımcı olmaktadır. Over rezerv testleri over rezervi açısından risk altında olanlara yapılmalıdır.

a)Kadın yaşının 35 üzerinde olması

b)Açıklanamayan infertilite olgularında önceden şüphelenilmeyen over rezervinde azalmayı tespit amacı ile

  1. c) Erken menopoz aile öyküsü olanlar.

d)Daha önceden geçirilmiş over cerrahisi (over kisti çıkarılması, tek taraflı over çıkarılması,) kemoterapi radyoterapi hikayesi

e)Sigara kullanımı

  1. f) Gonadotropin tedavisine zayıf cevap gösteren hastalar

Over rezerv testlerinin değerlendirilmesinde test sonuçları kesin ve değişmez kabul edilmemelidir. Aksi taktirde hastalara uygun olmayan önerilerde bulunulmakta hatta tedavi almamaya kadar durumlar ortaya çıkmaktadır. Anormal test sonuçları gebelik ihtimalini tamamen ortadan kaldırmamaktadır. Tamamen test sonuçlarının normal olmadığı durumlar hariç tedaviden kaçınılmamalı eldeki imkanlar ölçüsünde en uygun tedavi açısından çiftlere yardımcı olunmalıdır. Gebelik ihtimali az olmasına rağmen test sonuçları anormal çıkan çoğu hastaya şans verilirse gebelik oluşabilmektedir.

İNFERTİL HASTALARIN TEDAVİ VE DEĞERLENDİRİLMESİNDE HEDEFLER:

İnfertil hastaların yönetiminde 4 tane temel hedef mevcuttur.

1-İnfertilite neden yada nedenlerini doğru olarak saptamak ve mümkünse düzeltmek. Uygun değerlendirme ve tedavi ile çoğu hastada gebelik gerçekleşmektedir.

2-Hastaları doğru olarak bilgilendirmek ve arkadaşlarından , internet, TV gibi kaynaklardan elde edilen yanlış bilgileri düzeltmek.

3-Tedavi süreci boyunca psikolojik olarak destek sağlamak.

4-Diğer tedaviler ile gebe kalamayan hastalarda donor(sperm yada yumurta) yada evlatlık alımı  konularında rehberlik edilmesidir.

Hastalara normal üreme işlevinin açıklanması infertil hastalarda uygun görüş açısı sağlamaya yardımcı olmaktadır. İnsan üreme işlevinin rölatif olarak yetersizliğini anlamak infertil çiftlerin değerlendirme ve tedavi aşamasındaki stresini azaltmada yardımcı olabilmektedir. Normal fertil çiftlerde bir siklus döneminde gebe kalabilme oranı % 20 olup, ilişki zamanı doğru tayin edilse bile %35’ leri geçmemektedir.

İNFERTİLİTE NEDENLERİ.

İnfertil çiftlerin başlangıç aşamasında infertiliteye yol açan başlıca nedenler uygun şekilde anlatılmalıdır. İnfertilitenin başlıca nedenleri ovulasyon bozuklukları(%20-40) tubal ve peritoneal bozukluklar(%30-40), erkeğe bağlı faktörler (%30-40) olup uterusa bağlı faktörler ise nispi olarak sık değildir. Geri kalan kısım ise açıklanamayan infertilitedir. Çoğu infertil çiftlerde birden fazla neden bulunmaktadır. İnfertilite nedenleri yaşa göre değişebilmekte ovulasyon bozuklukları daha çok genç  hastalarda görülmektedir. Tubal yada peritoneal faktörler her yaşta görülebilmektedir. Erkeğe bağlı faktörler ve açıklanamayan infertilite olguları biraz daha ileri yaştaki çiftlerde daha sıklıkla gözlenmektedir. İnfertilite nedenlerinin dağılımı infertilite süresi ve tedavi görülen tedavi kurumu basamağına göre değişme göstermektedir. İnfertilite açısından değerlendirilen  çiftlerin çoğunluğu 2 yıl ve üzerinde gebe kalmaya çalışmaktadırlar. Uzun süreli infertilite öyküsü olan hastalarda daha ciddi ve birden fazla neden sorumlu olabilmekte ve daha ileri tedavi merkezlerine başvurma ihtiyacı doğmaktadır.  Önemli oranda subfertil çiftlerde açıklanamayan infertilite mevcuttur.(normal semen analizi, en az bir tüpte açıklık, düzenli ovulasyon ve normal uterus olan hastalarda)

Modern infertilite değerlendirilmesinde yaygın görüş spesifik tam teşhis yapılarak hasta için en uygun maliyetli tedavinin uygulanmasıdır. İnfertilite tedavisinde spesifik olarak saptanan faktörün düzeltilmesinden ziyade en uygun ve maliyetli olan yardımlı üreme tekniği uygulanmalıdır.

İNFERTİL HASTALARIN BAŞLANGIÇ DEĞERLENDİRİLMESİ

ANAMNEZ(ÖYKÜ):

*Doğum anamnezi(gebelik ,doğum seyri, gebelik komplikasyonları)

*Adet düzeni

*koitus sıklığı ve seksüel disfonksiyon

*İnfertilite süresi ve daha önceden yapılan tedaviler

*Medikal ve cerrahi tedavi öyküsü

*Mevcut kullandığı ilaçlar

*meslek ve diğer kullandığı alkol ve diğer ilaçlar

*doğumsal defekt , mental retardasyon ,erken menopoz öyküsü

FİZİK MUAYENE

*Kilo ve vücut kitle indeksi

*Troid bezi genişlemesi, nodül, hassasiyet

*Memeden sekresyon ve süt gelmesi

*Androjen hormon fazlalığı

*Pelvik veya abdominal hassasiyet

*Uterus genişlemesi, kontur pozisyon, mobilizasyonu

*Abdominal kitle, douglasta nodül

AÇIKLANAMAYAN İNFERTİLİTE

Açıklanamayan infertilite çiftlerin sistemik olarak değerlendirilmesi sonucu neden bulunamayan infertilite olgularını tanımlamak için kullanılmaktadır. Teşhis kriterlerine göre % 10-30 arasında değişmektedir. En azından normal sperm analizi, normal uterus kavitesi , bir tüpün açık olduğu ve normal ovulasyonun olduğu doğrulanmalıdır. Açıklanamayan infertilitede amaç altta yatan nedenin düzeltilmesine değil hedef gebeliğin oluşmasına yönelinmelidir.  Açıklanmayan infertilitenin  2 muhtemel açıklaması bulunmaktadır.

1-Çiftlerde gerçekten bir anormallik olmayıp ,çiftlerin gebe kalabilme yeteneği normal sınırların en alt seviyesindedir. Muhtemelen buda kadın yaşının ileri olması veya üreme sistemindeki yaşlanmaya bağlı kabul edilmektedir.

2-Çiftlerde gebe kalamamaya neden olan spesifik bir neden olup mevcut teşhis yöntemleri ile teşhis edilememektedir.

Şüphesiz olarak açıklanamayan infertil olguların çoğu artan yaşla beraber doğal gebe kalma oranlarındaki azalma ile ilişkilidir. Açıklanamayan infertilite 35 yaş üzeri  hastalarda daha sıklıkla gözlenmektedir. Açıklanamayan infertilite 35 yaş üstü hastalarda 2 kat daha sık görülmektedir. İleri yaştaki kadınlarda genç kadınlara oranla tedaviden daha fazla yarar görebilmektedirler. Örneğin genç yaştaki hastalarda açıklanamayan infertilite olgularında IVF den daha fazla fayda görebilmektedirler.(hafif ovulasyon bozuklukları, gizli endometriozis, belirgin olmayan tubal bozukluklar) İleri yaşlardaki hastalar IVF tedavisinden daha az fayda görmektedirler. IVF yumurta kalitesini düzeltememekte fertilizasyon için yumurta sayısını artırmaktadır. Hafif belirgin olmayan infertilite olguları kuvvetle muhtemel olarak gamet ve implantasyon anormalliklerine bağlı olup bunları saptamak için elde gerçek teşhis için test yoktur. Açıklanamayan infertilite olgularında yüksek oranda fertilizasyon yokluğu çoğu IVF çalışmasında tespit edilmiştir. Döllenmeden sonra %75 oranında gebeliklerin devam etmemesi erken embriyo bozuklukları ve implantasyon başarısızlığının açıklanamayan infertilite olgularında muhtemel nedenler olduğunu göstermektedir. Çoğu açıklanamayan infertili hastalar tedavi olmaksızın gebe kalabilmesine rağmen, zaten düşük olan ve sürekli olarak azalma gösteren siklik fekundite oranları nedeni ile erken dönemde değerlendirme yapılıp tedavi edilmelidir. Tedavinin hedefi aylık fekundite oranlarını normal fertil çiftlere yakın oranlara artırabilmektir.

Tedavi edilmemiş açıklanamayan infertil olgularda  prognoz  hafif oligospermisi olan yada hafif endometriozis gibi minör infertilite faktörleri olan hastalar ile benzerdir. Kadın yaşı ve infertilite süresi gebelik oranlarını etkileyen başlıca değişkenlerdir.

Açıklanamayan infertilite olgularında tedavi edilmemiş hastalarda siklik fekundite oranı % 2-4 oranında olup normal fertil çiftlere göre % 80-90 daha azdır. (%20-25) Gebe kalabilme şansı kadın yaşı artışı ve infertilite süresi artışı  ile birlikte azalmaktadır. 3 yıldan sonra gebe kalabilme oranı %40 a düşmektedir.5 yıldan sonra %20, 7 yıldan sonra % 14 e düşmektedir. Kadın yaşının 30 altı olduğu durumlarda prognoz daha iyidir.

Tanım olarak açıklanmayan infertilite de neden belli olmayıp, tüm tedaviler ampirik olup metodlar farklıda olsa basit strateji birden fazla yumurta oluşturmak ve sperm ile doğru zamanda doğru yerde karşılaşmasını sağlamaktır. En sık uygulanan tedaviler aşılama (IUI), klomifen sitrat +aşılama , gonadotropin tedavisi +aşılama veya IVF tedavisidir.

IUI(aşılama):

Çoğu çalışmada doğal siklusta yapılan aşılama etkinliği değerlendirilmiş ve doğal siklusta aşılamanın  önemli etkiye sahip olmadığı bulunmuş ve gebelik oranlarında belirgin oranda artış göstermemiştir. Ancak klomifen ile birlikte aşılama tedavisinde gebelik oranlarında belirgin artış olmuştur.

Gonadotropin ve Aşılama tedavisi:  

Gonadotropin tedavisinin tek başına kullanılması siklik fekunditeyi tedavi görmeyen hastalara göre bir miktar artırmaktadır. Ancak bu etki klomifen sitrat ve aşılamaya göre çok daha fazla oranda değildir.

Gonadotropin ve aşılama tedavisi 3 yıldan fazla süreli açıklanamayan infertilite olgularında orta derecede etkili olup, klomifen sitrat ve aşılama ile yeterli cevap alınamayan olgularda özelliklede IVF yakın zamanda düşünülmüyorsa ilk seçenek olarak düşünülmelidir. Bununla birlikte birden fazla yumurta oluşumu ve buna bağlı çoğul gebelik riski nedeni ile bazı hekimler tarafından tercih edilmemektedir.

Yardımlı Üreme teknikleri:

Tüp bebek yani  IVF açıklanamayan infertilite de muhtemel nedenlere ışık tutabilmektedir. Sperm ve yumurtanın yan yana getirilmesi , döllenme olayı ve erken embriyo gelişimi gözlenebilmektedir. IVF ile genel olarak gonadotropin tedavisi ve aşılama tedavisine göre daha başarılı sonuçlar alınmaktadır. IVF ilk tedavi yada son tedavi olmasına bakılmaksızın açıklanamayan infertiklite olgularında en etkili tedavi yöntemidir.

SONUÇ:

Açıklanamayan infertilitede IVF ‘e göre diğer tedavi seçeneklerinin başarı şansı daha azdır. Çoğu vakada tedavi zaman verilirse kendi kendine gebe kalabilecek hastalarda süreci hızlandırmak için yapılmaktadır. IVF açıklanamayan infertilitede en etkili tedavi yöntemidir. Hastalara uygun şekilde rehberlik edilmesi önemli olup, hastanın yaşı, infertilite süresi ve daha önceki gebeliklerinin sonucu mutlaka en başta değerlendirilmelidir. Çiftlere sunulan tedavi seçeneklerinde her tedavi seçeneğinin maliyeti , riskleri, prognozu tam olarak anlatılarak hastaların ihtiyaçlarına ve maddi durumlarına göre en uygun tedaviyi seçmelerine yardımcı olunmalıdır. Ayrıca infertil çiftler arasında tedavi seçenekleri konusunda görüş ayrılıkları olabilir. Birlikte değerlendirme yapılarak bu konuda ortak karar verilmelidir.

AÇIKLANMAYAN İNFERTİLİTE OLGULARINDA YENİ TEDAVİ SEÇENEKLERİ:

PRP: (PLATELET RICH PLASMA)      

Üreme sağlığında  suboptimal koşullara bağlı olarak tekrarlayan implantasyon (yerleşme) yetersizliği sık rastlanan önemli bir husustur. Tekrarlayan implantasyon yetersizliği IVF de çok sayıda embriyo transferine rağmen gebelik gerçekleşmemesidir. İmplantasyon olayında pek çok faktör etkili olup embriyo kalitesi, endometrial reseptivite , immünolojik faktörler etkili olmaktadır. Blastosit transferi, preimplantasyon genetik tarama , assiste hatching, histeroskopi, endometrial scratching, salpenjektomi, immunoterapi gibi tedaviler  uygulanmaktadır. Ancak bu tedavilerin çok etkili olmadığı gösterilmiştir. Uterus içerisine trombosit yönünden zengin plazmasının verilmesinin endometrial büyüme ve reseptiviteyi artırdığı gözlenmiştir. PRP hastanın kendi kanından hazırlanmakta çok çeşitli büyüme faktörleri içermekte(FGF,VGEF.) PRP nin etkinliği  sinir hasarı, gözde epitel defektleri, saç dökülmesi, osteoartrit, tendinit gibi medikal hastalıklarda araştırılmaktadır. Yapılan çalışmalarda PRP içersindeki büyüme faktörleri ve sitokinlerin endometriumda gelişme ve rejenerasyona yol açtığı gözlenmiştir. Yapılan çalışmalarda da gebelik oranlarında artış olduğu saptanmıştır. PRP tedavisi özellikle tekrarlayan implantasyon yetersizliği olan hastalarda ümit vadetmektedir. Kliniğimizde PRP uygulamalarına başlamış bulunmaktayız.

MİKROCHİP YÖNTEMİ İLE SPERM HAZIRLAMA

Fonksiyonel spermin seçimi yardımlı üreme tekniklerinde temel role sahiptir. Spermin kadın genital sisteminden geçerek  tubalardaki oositlere ulaşabilmesi ileri hareketli olmasına bağlıdır. Sperm için ileri  hareketli olmak döllenme avantajı sağlamaktadır. Mevcut sperm hazırlama teknikleri yetersiz olup döllenmeyi artıracak sperm özelliklerinde belirgin artışa yol açmamaktadır.

Erkek infertilitesinde başarılı olmada en önemli  husus optimum spermlerin seçimidir. Spermlerin  motilitesi  fertilizasyonda en önemli faktörlerden birisidir. Progressif hareketli spermlerin seçimi temeline dayanan sperm seçme yöntemi en hareketli spermlerin  ve fonksiyonel olarak yeterli spermlerim seçilmesine yardımcı olur. Klinik olarak elde mevcut kanıtlara göre erkek faktörünün döllenmeye ve anormal embriyo gelişimine etkilerinden dolayı optimum sperm seçiminin gerekliliği önem arzetmektedir.  Konvansiyonal sperm hazırlama teknikleri basit yıkama metodu gibi santrifüj işlemi içeren yöntemler , dansiteye bağlı santrifüj işlemi ve swim-up denilen yüzdürme metodudur. Bununla beraber santrifüj işlemi sperm DNA’sında mekanik hasar neden olmakta ve fazla miktarda oksidatif strese bağlı olarak spermatozoaların fonksiyon bozukluğuna yol açarak fertilizasyon işlevini ve embriyo gelişimini  bozmaktadır. Yeni geliştirilen mikro akışkan çip tekniği üzerinde ancak sağlıklı spermlerin geçebileceği deliklerin bulunduğu filtrelerden geçirilerek spermlerin şekli düzgün ve hareketleri iyi olanların bir haznede toplanması esasına dayanır. Bunu yaparken spermlere dışarıdan müdahale edilmemekte spermler kendi hareketleri ile toplama kabına ulaşmaktadırlar. Böylece tüp bebek yada aşılamada kullanılacak olan spermler seçilirken fazla travmaya uğramamış olacaklardır. Çünkü standart yöntemlerde sperm alındıktan sonra santrifüjden geçirilir. Bu işlemler zayıf spermlerin parçalanarak ortama bazı enzimlerin ortaya çıkmasına bu da sağlam spermlerde DNA hasarına yol açmaktadır. Mikroçip yöntemi  ile sperm hazırlama işleminde de gebelik açısından başarılı sonuçlar alınmaktadır. Bizde kliniğimizde mikroçip yöntemini ve PRP yi kullanarak aşılama uygulamalarına başlamış bulunuyor ve başarılı sonuçlar almaktayız.

Mutlu KİLCİLER
Kadın Hastalıkları ve Doğum
www.mutlukilciler.com